Ana içeriğe atla
Aşk Nereye Yazılır Mihriban?
Kavramları
incelemekten çok, onları okuyup, zahiri anlamıyla kullanmayı yeğler insanoğlu.
Bu durumun düşünceleri sığlaştırdığını yeni yeni fark ettiğim şu zamanda, aşk
kavramını irdeler oldum. Aşka, sözlükte ‘’güçlü sevgi’’ denilmiş. İki kelime
sadece. Günlük hayatta aşkım, aşık oldum vs. gibi tabirleri o kadar çok
kullanılıyoruz ki birisi aşk nedir diye sorsaydı bana; ‘’birini delice sevmek.’’
derdim sanırım. Ancak soruyu soran bendim ve öyle iki kelime ile tatmin olan
zihin yapısına da sahip değildim. Günlerce düşündüm. Herkese sordum ama aşkın
ne'liğini bir türlü bulamadım. Bir yıldız gibi parlak mı, gece gibi kara mı?
Bulut gibi dolu dolu görünen ama dokununca toz bulutu olan bir şey mi? Bir ateş
mi insanın yüreğini yakan, serinlik mi yaz gecelerinde insanın sinesine dolan?
Aşk nedir?
Sevebilir
mi insan delice birini ya da bir şeyi. Karşılığı olursa mı aşk olur, sonsuz yanınca
mı? Sözden mi ibarettir, şeker gibi tatlı şiirlerden oluşan; yoksa lal mıdır şu
aşk denilen şey? Düşünüyorum ama bir türlü bulamıyorum. Kaybettiğim bir şey
olsa belki, çıkardı bir yerlerden. Ya da parayla satılan bir ilaç, belki de
zehir. Alır tadına bakar ya da yarası
olan insanların yarasına sürerdim, deva mı yoksa dağlama mı olduğunu bilmeden. Sevgi nedir
demişti Al Yazmalı. ‘Sevgi, emekti.’ buna inanıyordum. O zaman aşk Asya’nın
İlyas’a duyduğu muydu? Çünkü sevgiyi Baytemir’de bulmuştu. İlyas’ı sevmiyordu
ama ona âşıktı. Ama aşk yetiyor muydu?
Aşk karşılık beklemeden birini sevmekse Asya neden gitti? Neden İlyas’ı başkasıyla
paylaşamadı. Aşk paylaşılan bir şey değildi demek ki. Aşık, maşukun yegâne
sahibi olmayı arzuluyordu. Olamayınca da aşk bitmezdi belki, ama insanın
tahammül sınırı da bir yere kadardı. Bak işte gitti Asya. Demek ki aşk,
gidilebilir bir yoldu. Sevgi vardı. Aşktan sevgiye gidilen bir yol varsa eğer
sevgi aşktan büyük olmalıydı. Sevgi aşktan büyük… Asya âşıktı
İlyas’a. Elini uzatınca hemencecik uzatıvermişti ellerini servi boyluya. Ne anasını
düşündü ne de sözünün verildiği görücülerini.
Elinden tuttu, sıcaktı. Ya yüreği? Nasıl da atıyordu. Onundu. İlyas, alıp
götürdü Asya’yı. Bunlar olurken Asya’da zerre akıl yoktu. Çünkü aşk kalbe
girince; akıl, tasını tarağını toplayıp gitmek zorundaydı. Aşkta kavuşmak da
yoktu. Asya bunu hiç bilemedi. Çünkü kavuştuktan sonra aşk, artık başka bir
boyut aldı. ‘’Anneler en büyük âşıktır.’’ demişti biri. Anne oldu Asya, aşkı
bölündü. Dertler yığın olunca İlyas’ta; onu dinlemek istedi, kadınlığın gereğiydi
belki de kocasının omuzlarına biriken yükü almak. Almaya da çalıştı ama İlyas’ın
erkeklik gururu buna mani oldu. Uzaklaştı. O kadar uzaklaştı ki Asya'dan, başka
yastıklara baş koydu. Aşk, karşılıksız olmalıydı? Eğer karşılık bekleniyorsa
aşka hiç kol sıvamamalıydı. Asya bunu hiç bilemedi. Söylesem de inanmazdı zaten
bana. Yollara düştü İlyas’ı başka birine
dert yanarken görünce, gururu kırıldı. Oysa aşkta gurur yoktu. Asya düşünseydi
bunları bilecekti. Yollara düştü oğluyla. Aşka en çok evlada yakışıyordu. Biri
çıktı karşısına, sevgi emekti dedirten. Başlarda bilemedi bunu ama Baytemir’in
gözünde değerliydi, bunu biliyordu. Artık düşünebiliyordu. Baytemir sevmeyi
öğrettiği gibi düşünmeyi de öğretmişti. Sevginin aşktan çok daha büyük olduğunu
da. Madem sevgi
aşktan büyüktü o halde insanlar neden sevmeyi değil de aşık olmayı istiyordu?
Saman alevi gibi yanıp sönen şeylere mi hasretti, yoksa emek veremeyecek kadar
tembel mi? Tüm bunları zihnimde tartıp biçiyordum. Hani bazı anlar olur ya tek bir soru aylarca meşgul eder sizi. Bu da öyle bir şeydi benim için.
Bayram günü Eskişehir'e doğru yol alırken gün doğumunu izlediğimde de yine aşkın varlığı ve mahiyeti akıp gidiyordu kesik yol çizgilerinde. Gün gibi doğmalıydı, kızıl bir gelinlik gibi kaplamalıydı yüreği, sıcaklığı yavaş yavaş artmalı ve bir süre sonra yaklamalıydı. Hayır, hayır bu basit bir tanım olurdu. Eskişehir il sınırına geldiğimizde radyodan yükselen bir sesle aşkı sorgulama fikrimden tamamen vazgeçtim.
''Aşk, kağıda yazılmıyor Mihriban.''
Yorumlar
Yorum Gönder