Gurbettir Dünya



Okuldan çıktığımda yağmurun o dingin ve rahatlatıcı sesi eşlik etmeye başladı bana. Her yer toprak kokuyordu. Bir yerde okumuştum. Toprak sevdiklerimizi aldığı için bu kadar güzel kokarmış. Dede kokuyordu hava. Gözlerimi kapadım ve ciğerlerimin alabildiği kadar kokuyu içime çektim. ‘’Nereye gidiyorsun kız böyle? " diye seslendi dedem. Eve gidiyorum dede, dedim. Güldü. Uzun zaman olmuştu görmeyeli ama hala aynıydı. Koluna gireyim mi dede, dedim. ‘’Yaşlı mıyım kız ben!’’ diye çıkıştı. Dedeler yüz yaşında da olsa hep delikanlı kalırlar, dedim. Yine güldü. Yol boyunca gördüğünü içten selamladı. Dedemden almam gereken ama alamadığım bir huydu bu. Tanımadığın insanlarla aranda tarifi imkânsız bir selam bağı oluşturmak… Az sonra biriyle selamlaştıktan sonra uzun, siyasi bir konuşma başladı aralarında. Dede niye insanlarla siyasi konularda tartışıyorsun, ya adam art niyetli olsa, çekse silahını, dedim. Temsil getirdi. Küçüklükten beri çocuk aklımı yaşamış olduğu hikâyeleri yerli yerinde kullanarak susturmuştu.  Her insan çok yaşar ama her dede yaşadığını akıl kitaplığında saklayamaz. Benim dedem tam bir mesnevi idi hikâyeler konusunda. Hikâye dediğim de öyle olur olmadık yerde anlatılan cinsten değil.  Lafı gediğine koyan, okkalı öyküler.

Yürümeye devam ederken dedemin ellerine takıldı gözüm. Bir zamanlar benim gibi olan elleri şimdi çorak bir araziyi andırıyordu. Bir anda dedem toprak oldu gözümde. Yalan söylemişti o kişi. Toprak, sevdiklerimizi aldığı için güzel kokmuyordu yağmur sırasında dünya. Yağmur yer küreye azot indirdiği için böyleydi. Sevdiklerimiz hep giderdi. Bize bu dünya gurbetlikti.
Küçükken meyve yediğimiz komşumuzun bahçesinin önünden geçtim. Ne dalları kıran erikler vardı ne de dut ağacındaki ipek böceği. Beton ve göğe yükselen demir direkler vardı şimdilerde. İki küçük kız çocuğu toprağa bir şey çizerken bana baktı ve gülümsediler. Gülümseyecektim çocukluğuma ama beton dökme aracı uzun kolunu bana salladı. Kulağıma, gittikçe bana doğru yakınlaşan bir arının vızıltısı gelmeye başladı. Eyvah, beni sokacak şimdi diye korku içinde ellerimle gözlerimi kapatırken hızla yanımdan geçti bir otomobil. Demek arılar da çoktan gitmişti gidecekleri yere. Bir ben kalmıştım şu dünyada garip.

Gurbet ve garip. Nasıl da dünyayı anlatan kelimelerdi. İnsan hep bir şeylere hasret yaşardı bu diyarda. İnsan yaban illerde hep garipti. Zengindik. Yediğimizi de yemedigimizi de ardımıza alıp nimete değer vermeyecek kadar hem de. Sağlıklıydık şükür. Tıp çok ilerlemişti. Kültürlüydük. Master yapmıştık bilmem hangi üniversitede. Ama bir türlü içimizdeki o boşluğu dolduramıyorduk. Hani ne yaparsak yapalım geçmeyen, o iç gıcıklayan, bir yeri ya da bir şeyi özleyen o garip his. Dünya bizim evimiz olsaydı muhakkak ki bir avuç toprak doyururdu gözümüzü. Ama dünya bizim için handı. Bizlerde ev sahibi tarafından layığıyla ağırlanan mihmanlar. Misafirliğin hakkı üç gündü. Zaten bu dünyada üç günlüktü. Öyleyse biz nereliydik? Biz kime hasrettik?

İnsan aşktan ibaret olmalıydı. Ama bu aşk sıradan değil insanı aşan bir aşk. İçimizden taşan kutlu ve aşkın bir aşk. Yıllarca aşkı bize karşı cinse duyulan sevgi diye anlattılar. Kitaplara öyle kazıdılar. Aşk bu kadar basit olabilir miydi? Bir insan sonunun olacağını bildiği bir varlığı sonsuz sevebilir miydi? Hayır, hayır. Bu akıl alır gibi değildi. Aşk, bambaşka bir şeydi. Hem eğer insana duyulan aşk bizi tatmin etseydi içimizdeki bu hasret kavurup durmazdı. Hasret duyuyorsak eğer biz buralı değildik. Ve oralı olduğumuz yer her neresiyse bizim âşık olduğumuz sevgili de oradaydı. Biz de oraya ve O'na âşıktık.

Dedemi düşündüm. Bize Allahaısmarladık derken yüzünde memleketine varacakmış gibi bir sevinç vardı. Dedem Erzurumlu’ydu ama oraya giderken güldüğünü görmezdim. Bizi özleyeceğini görürdüm. Oysa şimdi vuslatın lezzeti damağına değmiş gibiydi. O halde biz oralıydık. Ve biz O'na âşıktık. İçimizdeki gurbet acısı o zaman son bulacaktı. Dünyaya veda ederken yani. Oraya varınca insan olacaktık. Dünya ora için harcadığımız alın teri olarak kalacaktı. Orası rızkımız; Hakikat, aşımız olacaktı. Vuslat hâsıl olunca da içimizdeki gurbet kuşu da cennet kuşu olup uçacaktı belki de.

Dedem anahtarı ile açtı apartmanın kapısını. Sen gitmemiş miydin, dedim. Eliyle içeri geç yaptı. Ama sen gelemezsin ki, dedim. Hoş geldin, dedi. Hoş buldum. Burası fazla toprak ve biraz da çiçek, sevdim dedim. Elini omzuma koydu dedem. " Burası senin hakiki yurdun."

Yorumlar

Yorum Gönder

Popüler Yayınlar